28 Ocak 2013 Pazartesi

ÖLÜMÜNÜN 60. YILINDA 

NEYZEN TEVFİK'İ 

ANIYORUZ...

Hiciv şiirimizin büyük ustalarından Neyzen Tevfik, 24 Mart 1879’da Bodrum’da doğup, 28 Ocak 1953’te İstanbul’da vefat etmişti. Neyzen Tevfik, kendine has hicivleri ve hayat tarzıyla adını duyurmuş deyim yerindeyse efsaneleşmiştir. Şiirde ustası gördüğü Şair Eşref'ten etkilenen Neyzen Tevfik, şair olduğu kadar bir ney ustasıdır, ancak geçimini neyden sağlamamış, neyi yalnızca içinden geldiğinde üflemiştir. Neyzen Tevfik, kendine özgü bir yaşam sürdü. Paraya düşkünlüğü yoktu. Neyzenlik konusunda içinden geldiği gibi çalıp, ardından maddi beklentileri olmamıştı. Kendi söylemine göre bu konuda yüze yakın plağı bulunmaktadır.

Tevfik, içkiye olan ilgisiyle de bilinmektedir. İçki, hayat biçiminin ayrılmaz bir parçası olmuştur. Bu konuda bir anısı şöyledir: Bir arkadaşı, Tevfik’i meyhaneden çıkarken görmüştü. Eski bir dostu olarak sitem edip ona çıkışmak istedi.
- Vallahi Tevfik Efendi, seni meyhaneden çıkarken görmek, beni son derece üzdü.
Neyzen Tevfik cevap verir:
- Hemen geri döneyim öyleyse!
Bir rivayete göre 24 Mart, diğer bir rakama göre 14 Haziran 1879′da Bodrum’da doğan Tevfik’in mezar taşına bakarsanız orada 1880 doğumlu olduğunu yazar?..
Yedi yaşlarındayken eşkiyaların çarşıda götürdüğü insan başlarını görmesiyle bağlantılı olarak sara nöbetleri başlamıştır. Ailesinin yaşadığı Urla’da bir neyzenden nota bilgileri alarak kendini bu alanda geliştirir. İzmir İdadisi’nde bir süre okuyarak bitirmeden ayrılır. Mehmet Akif’ten Farsça öğrenerek İzmir Mevlevihanesi’ne girdi. Bir süre sonra İstanbul’a yerleşen Tevfik, Galata’nın yanısıra Kasımpaşa mevlevihanelerinde işine devam eder. 1902 yılında Bektaşi Dervişi olur. Bu sıralarda şiire ilgi duyan Tevfik, Mehmet Akif ve Şair Eşref’ten etkilenir. 1908 yılından 1913 yılına kadar Mısır’da bulunur.
Neyzenlikteki ustalığına rağmen yergi ve taşlamalarıyla ünlenir. Toplumdaki haksızlıkları gözüne kestiren Tevfik, siyasetin yanısıra; dini baskı, çıkarcılık gibi konuları da işler.
1946′da, basın yararına düzenlenen bir konserde çalar. Yaptığı taksimlerle izleyicileri büyüler. Konser öncesi neyini merak edenler, konser sonrası onu dinlemenin bir şans olduğunu dile getirirler. 1949 yılında, dostlarından İhsan Ada, Neyzen Tevfik’in eserlerini, onun gözetimi altında, Azâb-ı Mukaddes adı ile kitaplaştırır. 1951 yılında Onu Affettim adlı bir filmde önemli bir rolde gözükür. Ağlayan Şarkı adlı bir başka filmde ise, Suzan Yakar’la oynar. 1952 yılında, arkadaşlarının ısrarı ile Şehir Komedi Tiyatrosu’nda jübilesi yapılır.
1930′larda İstanbul Belediye’sinin bağladığı yardım aylığını saymazsak Neyzen’in düzenli bir geliri hiç olmaz. Neyzen Tevfik’in söylenceleşen yaşamı 28 Ocak 1953′te son bulur. Cenaze namazı Beşiktaş’ta Sinan Paşa Camii’nde kılınır. Caminin avlusundan taşan kalabalık; ana caddeleri, kahveleri, yolun karşısında ki Barbaros Bulvarı’nı doldurur. Memurların, profesörlerin, ileri gelenlerin yanı sıra kılıklarına çeki düzen vermeye çalışmış sarhoşlar, sokak serserileri ve bin bir çeşit insan bir arada uğurlarlar Neyzen’i bilinmeyene. Kim bilir belki de hiçlikten hepliğe…Neyzen bu topraklardaki köklü bir hiciv geleneğinin de nerdeyse son ustalarından biridir. Ölümünün 60. yılında bu kimselere benzemez, özgün ustayı sevgiyle anıyoruz... 
NEYZEN TEVFİK USTA, MEZARININ BULUNDUĞU KARTAL'DA DA HEM SABAH 11'DE MEZARI BAŞINDA, HEM DE SAAT:19'DA SÖYLEŞİYLE ANILACAK...
SAAT:19'DA KARTAL'DA HASAN ALİ YÜCEL KÜLTÜR MERKEZİNDE ÖĞR. GÖR. SULTAN SARI "BÜTÜN YÖNLERİYLE NEYZEN TEVFİK KOLAYLI" BAŞLIKLI BİR SÖYLEŞİ GERÇEKLEŞTİRECEK...

27 Ocak 2013 Pazar


NURİ KURTCEBE'NİN CUMHURBAŞKANINA "KARİKATÜRLE" HAKARET DAVASI SONUÇLANDI...

Aydınlık Gazetesinde siyasi karikatürler çizen yılların usta karikatürcüsü ve çizgi romancısı Nuri Kurtcebe hakkında 24 Nisan 2012 tarihinde gazetenin 7. sayfasında yer alan "5 Yıl Gecikmiş Bir Tepkikatür" başlıklı karikatür nedeniyle Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e hakaret ettiği iddiasıyla açılan dava sonuçlandı. Nuri Kurtcebe, Cumhurbaşkanına basın yoluyla hakaret suçundan 11 ay 20 gün hapis cezasına çarptırıldı. Bu ceza sanığın 5 yıl süreyle suç işlememesi kaydıyla ertelendi.

Bugüne kadar Başbakanın karikatürcülere açtığı sayısız dava olduğunu biliyoruz... Ancak bu kez dava sahibi başbakan değil Cumhurbaşkanı...
Nuri Kurtcebe’nin davaya konu karikatüründe Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ipleri CIA’nin elinde olan bir kukla olarak çizilmiş ve  "trilyonları bir çırpıda kaybedebilen, ömrünü dini siyasete alet ederek din bezirganlığına adamış... İzmir Tepecik’li genelev kadınları bile cepleri dolar dolu ABD askerlerimize kapılarını açmazken, kıblemiz 6.filo gemilerine namaz kılan, gomonistlere karşı kanlı pazarımızı tertiplemiş... Dışişleri bakanı iken askerlerimizin kanını Kuzey Irak’a pazarlayıp dünya kan piyasasında kan ihracatımıza yeni pazarlar bulmuş... aklı başında sapına kadar Amerikalı bir Cumhurbopbaşkanımız olsun!... ABD beslemelerinin Türk milletinin ve Mustafa Kemal’in Çankayasında yeri yoktur... ) şeklinde ifadelere yer verilmişti.

Hakkında açılan "Basın yoluyla Cumhurbaşkanına hakaret" suçlaması nedeniyle ifadesi alınan Osman Nuri Kurtcebe suça konu karikatürün beş yıl gecikmiş bir tepkinin karikatürü olduğunu, karikatürde yeralan bilgilerin de  Gül’ün üniversite yıllarındaki eylemleriyle ilgili olduğunu belirterek beraatini talep etti.

Yargılama sonunda mahkeme hakimi Onur Özsaraç kararı açıkladı. Karara göre, Aydınlık çizeri Osman Nuri Kurtcebe Cumhurbaşkanına basın yoluyla hakaret suçundan 11 ay 20 gün hapis cezasına çarptırıldı. Bu ceza sanığın 5 yıl süreyle suç işlememesi kaydıyla ertelendi.


(Haber Kaynağı: Medyaradar)


26 Ocak 2013 Cumartesi

ERCAN AKYOL ÇİZİYOR
Ercan Akyol'un 26 Ocak 2013 tarihinde Milliyet'te yayımlanan karikatürü...


ZAFER TEMOÇİN ÇİZİYOR

Zafer Temoçin'in 26 Ocak 2013 tarihinde Cumhuriyet'te yayımlanan karikatürü...


"TARİHTE YOLCULUK" KONULU ÖĞRENCİLER ARASINDA KARİKATÜR YARIŞMASI...

Yaratıcı Çocuklar Derneği ile Aydın Doğan Vakfının işbirliği içinde bu yıl 6. kez düzenlenen öğrenciler arası karikatür yarışmasında "Tarihte Yolculuk" konusu işlenecek. Son katılım tarihi:13 Mart 2013. (haberle ilgili bir görsel malzeme hem elimize ulaşmadığı hem de bulamadığımız için kullanamadık!) Ortaokul ve lise düzeyi öğrencilerin katılabileceği yarışmayla ilgili katılım koşullarını öğrenmek için şu link adresine tıklayınız:

http://www.yaraticicocuklardernegi.com/tr-TR/etkinlik.asp?EID=173 


24 Ocak 2013 Perşembe

KATLEDİLİŞİNİN 20. YILINDA "ZAMAN AŞIMI" DENEN SİNSİLİKLE BİR KEZ DAHA YOK EDİLMEYE ÇALIŞILAN, GERÇEK, YÜREKLİ VE CESUR GAZETECİ UĞUR MUMCU'YU SEVGİ VE ÖZLEMLE ANIYORUZ...
Bilgi sahibi olmadan, fikir sahibi olunmaz... 
(Uğur Mumcu)

Uğur Mumcu'nun kızı Özge Mumcu'nun, babasının 
öldürülmesinin 20. yılında yazdığı yazıyı sizlerle paylaşıyoruz... 


Bu yıl babam öldürüleli 20 yıl oluyor. Önceki gün, arkadaşım Önder ile evin önündeki sinevizyonu hazırlarken bir yandan düşmemeye bir yandan da düşünmemeye çalışıyordum. Bugün yazıyı yazarken, düşünüyorum… 1987 Dikili konuşmasında, ağabeyim geçirdiği bisiklet kazası yüzünden dikişleriyle Burhaniye’de doktor olan Lemi Eniştemin yanındayken, ben altı yaşında oradaki çay bahçesinin uzak bir köşesinde bisikletten korkup annemle otururken, aslında o şunları söylüyor:  “Şimdi, barış, demokrasi… İnsandan şüphelenmemek lazım önce. Memleketin yazarı, çizeri, aydını niçin bu memleketi bir kıyama süreklesin? Niçin? Ha siz, sizin kafanızda bir takım problemler varsa, siz ülkeyi bir takım ayrıcalıklarla dayanarak yönetmek istiyorsanız, aydınlar buna karşı çıkıyorsa, sorun buradadır. Biz gerçek demokratlar isek, düşüncelerine katılmadığımız insanların cezalarına da karşı çıkmalıyız.”
Çay bahçesinde söyleşinin yapıldığı o günü, hayal meyal, kalabalıklar arasında babamı göremediğimi ama hoparlörden sesini duyduğum gün diye hatırlıyorum. İnsan zihni, az geçirdiği değerli zamanlara da altın tozu serpmeyi de iyi biliyor. Öldürülmesinden önce haberler düşüyor evin içine… Salondan içeri sesler giriyor: “Çetin Emeç’in şoförü de mi öldürülmüş?…”
Bahriye Üçok’un haberini aldığımızda teyzemlerin evindeyiz, bomba patlamadan az önce taksiyle kapısının önünden geçmişiz. Altyazıdan okuyoruz… Muammer Aksoy’un yaka kartı giriyor evin içine, birkaç kez evde gördüğüm yaşlı amcanın neden öldüğünü anlamadığım gibi, öldürme fiilinin de ne olduğunu aslında anlamadığımı da, sonra anlayacağım. “Susturucu takılmış öldürülürken” sesi içeri giriyor yine… Musa Anter öldürülüyor, Ayvalık’ta öğreniyor babam, apar topar Diyarbakır’daki cenazeye doğru gitmeye çalışıyor. Aynı gün çok sevdiği İlhami Soysal da trafik kazasında ölüyor. Yakınlarından ölenlerin ve öldürülenlerin sayısı her geçen gün artıyor.
Sonra 24 Ocak 1993 günü, beni de yanında hastanedeki Kazım Amca’yı ziyarete götürmek istiyor. Ağabeyim Bulutsuzluk Özlemi konserine gitmiş. Evde yalnız kalmamı istemiyor. İçime hiç gitmek gelmiyor, gelmemi istiyor, evde kalabileceğimi söylemek için annemle konuşuyorum. Annem babamla konuşuyor, babam ikna olmasa da evden çıkıyor; ben evde kalıyorum… Sonrası malum, inanılmaz bir patlama sesi, giden elektrikler, çalan telefonlar, beni kontrole gelen komşular, akrabalar. Çocukluğumdan da derin bir şekilde kopuşumun anı. Ailemizin kaderini de, ülkenin kaderini de belirleyen bir patlaması sesi… Madımak henüz yanmamış, o yılın 2 Temmuz gününde bir de yangını yaşayacağız.
27 Ocak, yani cenaze günü, aklıma şöyle kazınacak. Morgda babamı görmek isteyeceğim, annem karşı çıkacak. Çok kızdıktan sonra cenaze boyunca sırılsıklam yanımızda arabanın yanımızda koşan Tuncay Özkan’a soracağım – o morgdan yeni çıkmış: “Nasıldı Tuncay ağabey?” Durakladıktan sonra yanıt verecek: “İyiydi, gülümsüyordu…”. Uzun yıllar bunu hatırlayacağım, soğuk morgda gülümseyen bir yüz…
Ertesi yıl 24 Ocak’ta henüz dava açılmamış ve evin önünde sorgulayan kalabalıklar geliyor. Birkaç yıl geçiyor, anma etkinlikleri diye bir durum hayatımıza giriyor. Işık Kansu her yıl bitmez tükenmez bir sevgi ve kararlılıkla tiyatro metinlerini yazıyor… Mehmet Açıktan her yıl anma etkinlikleri için bir fikir üretiyor, oraya buraya koşturuyor. Sevdiğimiz oyuncular, müzisyenler, her yıl bir başkası bu anmada bize yardımcı olmak için koşturuyor. Ortaokulu bitiriyorum, liseye geçiyorum. Evin önüne anıtlar dikiliyor, çeşitli illerde / ilçelerde parklar açılıyor; bazılarının açılışına gidiyorum. Ahmet Taner Kışlalı öldürülüyor. Çocuğu henüz 40 günlük. Üniversiteye başladığım ilk günler… Defterime “her seferinde aynı acı sanki” diye not düşüyorum.
Hizbullah evine baskından sonra bir diskette babamın evinin krokisinin bulunduğu söyleniyor. Yıl 1999 olmalı. Sonra Uğur Mumcu Uzun Takipadıyla bir operasyon başlıyor. Yolları İran’dan geçen türlü sanık bu davanın içine giriyor. Tatbikat yaptırıyorlar bir gün, Abdullah Karakuş’un yüzüne bir maskeyi takarak. Sanırım bahar dönemi vizelerime hazırlanıyorum. Evin önünde canlı yayın arabaları, tatbikatı da canlı yayında izliyoruz.
Koalisyonlar kuruluyor, koalisyonlar dağılıyor. Bir ara dalgalanma oluyor, Abdullah Öcalan yakalanıyor. Hükümetler değişiyor. Oysa cinayetler değişmiyor. 1980 öncesine göre sayıca azaldı, diye bir garip iç ferahlaması var ama cinayetlerin rotası başka bir coğrafyaya da kaymış. Güneydoğu’dan gelen ölüm haberleri, şehirlerde patlayan bombalar, sürekli bir yerden düğmeye basıldı yorumları… Üniversitenin son yılı biterken, Necip Hablemitoğlu öldürülüyor. “Susturucu takılmış…” yorumu televizyondan içeri giriyor. İrkiliyorum.
2006’da ise Hrant Dink öldürülüyor. Babam ile Hrant Dink’i karşılaştıran, ağabeyimin deyişiyle “ölüleri yarıştıranlar” çıkıyor. Defterime not bile düşemiyorum artık, babamın sözü sürekli aklımda: “İnsanlar öldürülürken susulmaz.”
İnsanlar haksız yere tutuklanırken, hapishanelerde ne için tutuklandıkları bile belli olmadan terörist payesi altında tutulurken, Sivas’ta zaman aşımı kararına devletlilerimiz “hayırlı olsun” derken, aile yakınları, insanlar sokakta gaz yerken de susulmayacağı gibi. 
Son bayramlarda, Cebeci Asri Mezarlığı’nda ölen dedem ile babaannemin yerine Muammer Aksoy’da girmişti. Dolaşırdık o yeşil mezarlıkta taşlarında yazanlara bakardık, peşimizde plastik şişelerle dolaşan çocuklar…
Belleğimde mezar taşları, 30’lu yaşlarıma giriyorum.
Babam öldürüleli ise 20 yıl olmuş.
Gözlerdeki damla hala taze oysa.
ÖZGE MUMCU - 24 Ocak 2013

(Cumhuriyet gazetesinden alınmıştır-24 Ocak 2013)



MUSA KART ÇİZİYOR

Uğur Mumcu'nun katledilişinin 20. yılında, 24 Ocak 2013 tarihinde Musa Kart'ın Cumhuriyet'in birinci sayfasında yayımlanan karikatürü...

ZAFER TEMOÇİN ÇİZİYOR
Zafer Temoçin'in 24 Ocak 2013 tarihinde Cumhuriyet'te yayımlanan karikatürü...


23 Ocak 2013 Çarşamba


KAMİL MASARACI'NIN ‘MASAÜSTÜ HADİSELER’ SERGİSİ 26 OCAK'TA ANKARA'DA AÇILIYOR...

Bir süre önce "Kültürlü Hadiseler" adlı karikatür albümünü yayımlayan karikatürcü Kâmil Masaracı’nın “Masaüstü Hadiseler” başlıklı karikatür sergisi, 26 Ocak’ta Ankara’daki Türk-İngiliz Kültür Derneği’nde açılıyor. 

16 Şubat’a kadar devam edecek sergi kapsamında ayrıca söyleşi ve kitap imza günü gerçekleşecek. “Tarihi ve Şöhret-li Hadiseler” başlığıyla gerçekleşecek söyleşi, 26 Ocak Cumartesi günü saat 15.00’te başlıyor.

Kamil Masaracı, sergisinin içeriğini şöyle anlatıyor: “Ütopyalarımızı, aşklarımızı, borsayı, faizi, kaçamaklarımızı, kaçamadıklarımızı, fazla yağlarımızı, menkullerimizi, adaleti, barışı, savaşı, mutluluklarımızı, mutsuzluklarımızı... Bir bir, bazen de ortaya karışık masaya yatırdık!.. Masada belki siz... Belki başkası... Tanıdık tanımadık birileri var... Afiyet olsun!..”

22 Ocak 2013 Salı

SEMİH POROY ÇİZİYOR
Semih Poroy'un 22 Ocak 2013 tarihinde Cumhuriyet'te yayımlanan çizgi bant karikatürü...




SEFER SELVİ ÇİZİYOR
Sefer Selvi'nin 21 Ocak 2013 tarihinde Evrensel'de yayımlanan karikatürü...


21 Ocak 2013 Pazartesi

SEMİH POROY BİR KEZ DAHA GÖZ AMELİYATI GEÇİRDİ...

Geçtiğimiz yıl, aralıklarla iki gözünden de ameliyat olan karikatürist arkadaşımız Semih Poroy, sağ gözündeki sorunun geçmemesi üzerine 21 Ocak 2013 tarihinde, İstanbul'da Galata Hastanesinde bir göz ameliyatı daha geçirdi. Sevgili arkadaşımıza bir kez daha geçmiş olsun diyor, sağlıklı günler diliyoruz...

İLK YERLİ ÇİZGİ
 DİZİ "FIRILDAK
 AİLESİ" 
YAKINDA
 STAR'DA...

Televizyon ekranlarında yetişkinlere yönelik ilk yerli çizgi dizi olarak adlandırılan "Fırıldak Ailesi" Şubat ayında Star televizyonunda yayınlanmaya başlıyor... 

Grafi2000 Prodüksiyon yapımı olan çizgi dizinin senaryo ve proje dramaturgisine Coşkun Irmak, çizgilerine ise Varol Yaşaroğlu hayat veriyor. Fırıldak Ailesi sıradan, küçük çıkarlar elde etmek için herşeyi yapabilecek, orta sınıf bir ailenin hikayesini anlatıyor. Deyim yerindeyse; "Dünya dursa da onlar döner" sözünün yaşayan örneği oluyorlar. Sürekli başını belaya sokan Baba Sabri ve denge unsuru Anne Yıldız Fırıldak’ın 3 çocukları var. Aklı havada, haylaz oğulları
Zeki,hayalperest kızları Afet ve daha yeni yeni konuşmaya başlayan bebek Tosun... Dizide evin gizli otoritesi ise anneanne Dürdane. 25 dakikalık sürelerle ekrana gelecek olan dizide Yıldız (Anne) karakterini Demet Akbağ, Sabri’yi (Baba) ise Bülent Kayabaş seslendirecek. 


BİRSEN KÖROĞLU ANISINA ANLAMLI BİR SERGİ...

Karikatürcü arkadaşımız Muhittin Köroğlu'nun sevgili eşi Birsen Köroğlu'nu 30 Aralık 2012 akşamı, çok erken bir yaşta yitirmiştik. Birsen Köroğlu'nun anısına, onun çektiği fotoğraflardan oluşan sergi Kadıköy-Bahariyedeki Tatbiki Sanat Atölyesinde 17-18-19 Ocak günlerinde açık kaldı. Bu anlamlı sergiye gelen Birsen Köroğlu dostları, akrabaları ve arkadaşları yaşama sevinciyle dolu bir ömrü geride bırakan, bu hayat dolu, güzelim insanı hüzünlü duygular eşliğinde andılar... Sevgili Birsen arkadaşımız, bir kez daha ruhun şad olsun...
Birsen Köroğlu anısına açılan fotoğraf sergisinden... 



19 Ocak 2013 Cumartesi

ALTI YILDIR, BU ÜLKENİN KARA TARİHİNDEN SİLİNMEYECEK BİR UTANÇ ANITI OLARAK AYNI YERDE YATAN HRANT DİNK'İN VE ONUN GİBİ, ADAM GİBİ ADAMLARI YOK EDEN BU KARANLIK COĞRAFYADA YİTİRDİĞİMİZ TÜM YÜREKLİ, GERÇEK AYDINLARIN ANISINA...


17 Ocak 2013 Perşembe

SEMİH POROY'DAN GAZETESİNE ANLAMLI ELEŞTİRİ...


Usta bir çizer olmasının yanında, yaşanan yanlışlara ses vermesini, duyarlı olmasını da bilen ender isimlerden biridir sevgili Semih Poroy arkadaşımız... Cumhuriyet'te 17 Ocak 2013 tarihli "Harbi" köşesinde, yıllardır çizerliğini yaptığı Cumhuriyet gazetesinin geçen hafta telifli çizerlerin işine son vermesini gene ince bir şekilde eleştirmiş... Meslek adına yaşanan tatsız ve olumsuz bir durumu pek çok çizer sadece izlemekle yetinirken, Semih Poroy burda da farkını ortaya koyarak, yanlış yaptığında kendi gazetesini de eleştirmeyi biliyor... Kutluyoruz... 
ZAFER TEMOÇİN ÇİZİYOR

BİR BİLİM KURUMU DÜŞÜNÜN Kİ, BİLİME DAYALI "EVRİM TEORİSİ"NE BİLE DÜŞMAN... ONUN KİTAPLARINI BİLE BASMIYOR ARTIK... BU KURUMU DA DİYANET İŞLERİNE YA DA MEZARLIKLAR MÜDÜRLÜĞÜNE BAĞLAYIN OLSUN, BİTSİN... 

BÖYLE BİR ANDA GELİYOR ZAFER TEMOÇİN ARKADAŞIMIZIN BU KARİKATÜRÜ... Zafer Temoçin'in 17 Aralık 2013 tarihinde Cumhuriyet'te yayımlanan karikatürü...


15 Ocak 2013 Salı


FRANSIZ ÇİZER TARDİ 
FRANSIZ DEVLET 
NİŞANINI REDDETTİ

Fransa’da en büyük devlet nişanı Legion D’honneur’a layık görülen ünlü Fransız çizgi romancı,yazar ve illustratör Jacques Tardi, ödülü kabul etmeyeceğini açıkladı. 1946 doğumlu Jacques Tardi, daha önce Orhan Pamuk’un da layık görüldüğü ödülü ‘özgür bir adam olarak kalmak istiyorum’ vurgusuyla reddetti. Fransızların ünlü çizeri “Bazı güçlerin esir aldığı bir insan olmak yerine özgür kalmak istiyorum” diye konuştu.

Ödülün kendisine verildiğini şaşkınlıkla medyadan öğrendiğini söyleyen Tardi, herhangi bir ödül ya da taltif istemediğini belirtti ve şöyle konuştu: “Hiçbir şey istemiyorum. Asla istemedim. Hiçbir iktidarla anılmak istemiyorum. Bunu bana verenler benim eserlerimden hiçbir şey anlamamışlar demek.”

Ünlü çizerin reddettiği ödülü daha önce de Louis Aragon, Albert Camus, Claude Monet, Hector Berlioz, Jean-Paul Sartre ve Simone de Beauvoir da reddetmişti. 29 Ekim’de ödüle layık görülen Nobel ödüllü yazar Orhan Pamuk ise bundan büyük mutluluk duyduğunu açıklamıştı. Bu arada Le Parisien gazetesinin yaptığı ankete katılanların yüzde 92’si, Fransa’nın en büyük devlet nişanının bazı yazarlar tarafından reddedilmesine şaşırmadıklarını ifade etti. Legion d’honneur (Onur Nişanı), Napoleon Bonaparte’ın 1802 tarihinde imzaladığı bir kanun ile oluşturulmuştu.

Bir çizere, bir yazara, bir sanatçıya yakışan, onurlu bir duruş sergileyen Tardi'nin bu ülkede her türlü ödüle ödüle balıklama atlayan sanatçı müsvettelerine de örnek olması dileğiyle... (Çok zor hatta olanaksız gözüken bir dilek ama biz gene de dileyelim:)))



ZAFER TEMOÇİN ÇİZİYOR
Zafer Temoçin'in 15 Ocak 2013 tarihinde Cumhuriyet'te yayımlanan karikatürü...

14 Ocak 2013 Pazartesi

MUSA KART ÇİZİYOR

Yıpranma payı sadece milletvekilleri 
ve gazetecilere verilecek.

Musa Kart'ın 14 Ocak 2013 tarihinde Cumhuriyet'te yayımlanan karikatürü...


12 Ocak 2013 Cumartesi

BİRSEN KÖROĞLU ANISINA FOTOĞRAF SERGİSİ

30 Aralık 2012 tarihinde yitirdiğimiz, karikatürist Muhittin Köroğlu'nun sevgili eşi Birsen Köroğlu'nun anısına, onun çektiği fotoğraflardan oluşan bir sergi 17 Ocak 2013 Perşembe günü saat: 14'te, Kadıköy'de Bahariye Caddesi 3 numarada bulunan Tatbiki Sanat Atölyesinde açılacak. 17-18-19 Ocak tarihlerinde açık kalacak olan bu sergide yer alan fotoğraflar, sergi bitiminde dostları tarafından bedelsiz olarak alınabilecektir. Bu vesileyle çok yakın bir zaman önce yitirdiğimiz sevgili Birsen arkadaşımızı sevgi ile anıyoruz, ruhu şad olsun...



11 Ocak 2013 Cuma

CUMHURİYET GAZETESİNDE İŞTEN ÇIKARMA SIRASI TELİFLİ ÇİZERLERDE!

MİZAHHABER - Uzunca bir süredir kötü yönetilmesinin bedelini küçülme yolunu seçerek ödeyen Cumhuriyet gazetesi, 2013 yılına girilmesiyle birlikte ne yazık ki işten çıkarmalara hız verdi. Geçen hafta dışardan yazı yazan telifli yazarlara bundan böyle telif ödenmeyeceği bildirilmişti. Bu hafta ise bu gazetenin en çok okunan sayfasında yıllardır çizgi bantları telifli olarak yayınlanan çizerler aynı durumu yaşadı. Bu çizerlerden Mustafa Bilgin ve Kemal Ürgenç arkadaşlarımızın çizgi bantları bugün son kez yayımlandı.  

Öğrendiğimize göre zaten telif ücreti almadan, Salı günleri "Bulut Bebek" çizgi bantını çizen Nuray Çiftçi arkadaşımız bu bantı gene telif almadan çizmeye devam edecek. 

Cumhuriyet bir süre önce de yıllarca "Tarihte Bugün" köşesini çizen Mümtaz Arıkan'ın köşesine, çizerine bile haber vermeden son vermiş, yeni emekli olan Zafer Temoçin arkadaşımıza da maaş yerine parça başı telif ücreti önerilmişti. Zaferden öğrendiğimize göre daha sonra bu öneriden vazgeçildi, o şimdilik ara ara çiziyor ama bu gazetede şartlar çalışanlar için her geçen gün daha kötüye gidiyor. Cumhuriyet çalışanları bildiğimiz kadar zaten 3 yıldır zam almadıkları için Ocak ayı başında tatsızlıklarını sosyal medya aracılığıyla duyurmuşlardı. Cumhuriyet son bir kaç yıl içinde mizaha ve karikatüre ayırdığı alanı adeta yok etmeye doğru gitti. Deniz Som'un ölümüyle, onun mizah diliyle hazırladığı o kıvrak ve çok okunan köşe ortadan kalktı ve benzer bir köşeye yer verilmedi. Ardından "Cumertesi" adlı Cumartesi günleri verilen ve özellikle genç okurca beğenilen iki tam sayfa mizah sayfayı hazırlayanlara bile haber vermeden aniden yayından kaldırıldı. 

Yıllarca en fazla karikatürcüye yer verdiği için farklı gördüğümüz ve bu yanını hep övdüğümüz Cumhuriyet, kötü yönetilmesinden kaynaklanan sıkıntı anında, bu sıkıntının acısını her birimden çıkardığı gibi çizerlerden de çıkararak bu anlamda diğer gazetelere benziyor hızla, acı ama gerçek bu ne yazık ki... 



Mustafa Bilgin ve Kemal Ürgenç bugünkü çizgi bantlarıyla okura veda ettiler... 

9 Ocak 2013 Çarşamba

METİN KAÇAN'DAN AĞIR VEDA!

1990'da yayınlanan ve argoyu kullanmadaki ustalığıyla bir anda büyük ilgi gören "Ağır Roman"la edebiyat dünyasına dalan Metin Kaçan, romanının dizi film olarak televizyonda oynadığı bir dönemin ardından hayata "ağır" bir veda da bulundu... Metin Kaçan'dan bir kaç gün boyunca haber alınamaması üzerine harekete geçildi. Geçtiğimiz 5 Ocak Cumartesi'yi Pazara bağlayan gece bir taksiye binerek Boğaz köprüsüne gelen Metin Kaçan'ın, taksi şoförünün ifadesine göre; "fotoğraf çekeceğim" diyerek taksiden indiği ve aniden köprüden atlayarak intihar ettiği anlaşıldı. 1961 Kayseri doğumlu Metin Kaçan, "Fındık Sekiz" adlı bir roman daha yayımlamıştı. Metin Kaçan, dünün ünlü karikatürcüsü bugünün ünlü oyuncu ve yapımcısı Hasan Kaçan'ın ve gene yazar-çizer olan Fatih Kaçan'ın da kardeşiydi. Tıpkı yazdığı romandaki gibi bir hayata imza atan Metin Kaçan, 1995 yılında bir tecavüz olayına karışmış bu nedenle hapiste yatmıştı. Metin Kaçan'ın naaşı henüz deniz polisince aranıyor. Hayatın ve edebiyatın içinde adeta bir rüzgar gibi geçerek, 52 yaşında hayata veda eden Metin Kaçan'a bizde tarif edilmesi epeyce zor bir hüzünle veda ediyoruz...:((



HALİL İ. YILDIRIM ÇİZİYOR...

"ŞEHR-İ İSTANBUL" KARİKATÜR SERGİSİNE YERİNDE BİR ELEŞTİRİ!

Geçtiğimiz günlerde CartoonistTurkey yazışma  grubunda, Mehmet Tevlim'in 10 Ocak Perşembe günü İstanbul'da açılacak olan "Şehr-i İstanbul" adlı karikatür sergisi üzerine yerinde bir eleştirisi yayınlandı. Bu yazışma grubunda karambole gittiğine inandığımız bu eleştiriyi MİZAHHABER'de sizlerle paylaşmak istedik. Zira üzerine titrediğimiz Karikatür sanatının böylesi yönlendirmelere alet edilmesini görmek hiç hoş değil. Mizahhaber'in bu konudaki görüşünü Mehmet Tevlim'in aşağıdaki yazısının altında bulacaksınız... 

 MEHMET TEVLİM'İN ELEŞTİRİSİ... 

donquichotte.org tarafından organize edilen ‘Şehr-i İstanbul’ konulu karikatür sergisi beni çok heyecanlandırdı. Ama Erdoğan Karayel imzasını taşıyan sergi afişini görünce şaşırdım. Afişte üç din özellikle öne çıkarılmış. Katılımcıların koşullandırıldıklarını hissettim. Görebildiğim karikatürlerin önemli bir bölümü bu koşullandırmanın başarılı olduğunu da gösteriyor.

Bu afiş bana ‘Dinler Arası Diyalog’ kavramını anımsattı. 'Dinler Arası Dialog' bir Vatikan projesidir. 28 ekim 1965 tarihinde Papa 6.Paul'un onayı ile 3. bin yılın hedefi olarak benimsenmiştir. Temel misyonu tüm insanlığı kiliseye bağlamaktır. Günümüzde ise (‘Ilımlı İslam’kavramı ile birlikte) Amerikan emperyalizminin Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında Müslüman ülkelerin yeniden biçimlendirilmesine hizmet etmeye programlanmış bir stratejidir. Fethullah Gülen Hoca Efendi Hazretlerinin açık desteğine de sahiptir.

İki sponsor kurumdan biri, son on yılda ‘özel’ AKP’lilerce yönetilen Milli Eğitim Bakanlığının İstanbul 
İl Müdürlüğü. Fethullah Gülen Hoca Efendi Hazretlerinin bu kurumdaki etkisini yakından bilirim…Dernek tarafından yayınlanan karikatür albümümdeki şeriat karşıtı karikatürler yüzünden öğretmenliğimin son beş yılında bu ekibin bana yönelik karalamalarına, yaşattığı soruşturmalara ve meslekten atılma korkularına yakın arkadaşlarım da tanıktır.
İkinci sponsor kurum olan ‘İstanbul Düşünce Derneği’ hakkında logosu dışında internette bir veriye ulaşamadım. 
Belki ben beceremedim ama son yıllarda çoğalan bu tür STK’lardan da çekiniyorum.

Değerli arkadaşlar. 
Bu yazının amacı karalamak değildir. Karikatür sanatçılarının yönlendirildiğini hissettiğim bir etkinliğin eleştirisidir.

Mehmet Tevlim


 MİZAHHABER'İN GÖRÜŞÜ:  Mehmet Tevlim'in bu yerinde eleştirisi bir yazışma grubunun temposu içersinde karambole gitti. Karikatürcülerimizin zaten sesi bu tür konularda pek duyulmaz, bunu da ayrıca biliriz. Öncelikle bu sergiyi organize eden ismi görünce hiç şaşırmadık doğrusu. Zira bir kaç yıl önce "Similar" karikatür konusunda adeta "Karikatür Polisliğine" kalktığı için eleştirdiğimiz; Erdoğan Karayel o dönemden beri artık başka bir serüvenin içine girmiştir. Bu bizim geçmişte tanıdığımız usta çizgisiyle, yılların karikatürcüsü Erdoğan Karayel değildir artık. Ancak, takip edenler bilir, similar karikatür polisliği, bizzat kendi yaptığı yarışmada birinci olan karikatürün de benzerinin çıkmasıyla bir anda bitivermişti... Uzun süredir takip de etmiyorduk aslında neler yaptığını, uzak duruyorduk. Ancak Mehmet Tevlim'in eleştirisini okuyunca, ne denli haklı olduğunu gördük. Serginin adı "Şehr-i İstanbul" ama amaç İstanbul karikatürleri sergilemek filan değil. Bu ülkede 10 yılı aşan bir süredir "din"i  sırf rant çıkarları için kullanan, din üzerinden müthiş bir baskı yaratan, ayrımcı bir kafaya sahip, toplumu din üzerinden ikiye bölen, bu uğurda eğitim sistemini bile değiştiren bir iktidarın denetimi ve kontrolü altında kimliğini yitiren bir mekanda, yani bir "Öğretmen Evi"nde açılıyor bu sergi. Amaç İstanbul karikatürleri değil, yönlendirmeden ve katılan karikatürlerden görüldüğü üzere zaten uzun süredir yürüyen bir proje  olan 3 dinin yakınlaşması görüldüğü üzere. Oysa üç dinin yakınlaştığı filan da yok bu arada. Bu arkadaşımız Almanya'da yaşadığı için farkında da olmayabilir ama İstanbul'da "Müslüman"lık dışındaki dinlere sahip insanların sayısı zorunlu gidişler nedeniyle hep azalmıştır. Varolan düzen bir dinin, başka dinler ve başka görüşler üzerine dayatmasından ibarettir. Ülkeyi nerdeyse Milli Eğitimden fazla bütçeye ve güce sahip olan Diyanet İşleri yönetmektedir. Dinler arasında asla bir hoşgörü yoktur. Bu da gene bir din kandırmacasıdır. Çünkü din dediğiniz olgu zaten kesin ve katı kurallara dayalı, değişmez bir inanç kuyusudur. Bu ülkede ve bu şehirde bırakın başka dine sahip olmayı, onlarla aynı dine sahip olan ama o dini "dinbaz" bir yapıyla kullanmaya kalkmayan herkes, var olan iktidar zihniyeti için zaten "öteki"dir. Bu anlamda ülke zaten; Dinciler-Laikler, Türkler-Kürtler, Aleviler-Sünniler ve daha pek çok şekilde onarımı çok zaman alacak, derin bir şekilde bölünmüştür gücü elinde bulunduranlar tarafından. 

Karikatür sanatı başlangıcından bu yana muhalif bir sanattır ve gücü elinde bulunduranların yanında değil onların tam karşısında yer alır. Eleştirisini de kıvırmadan, net ve dürüst bir şekilde yapar. Son 10 yılında hepten yamulan bir ülke düzeni ne yazık ki, karikatürün bu olmazsa olmazına da el attı, onu da değiştirmeye, yamultmaya kalktı. Daha kendi dininden olan ama dini yaşama bir müdahale aracı olarak kullanmayanlara karşı yoğun bir baskının yaşandığı bu ülke ortamında böylesi din referanslı bir serginin amacı da açıktır. Bu ülkede ne acı ki moda haline gelmiştir; an geldiğinde en keskin "Atatürkçü" olacaksınız,  an geldiğinde de insanlar üzerinde ciddi bir baskı aracı olan, özgür sanata düşman dinlerin gücünü arkanıza alarak; bilime, akla, çağdaşlığa dayalı olan bir düşünceyi sırtından bıçaklayacaksınız...

Bu arkadaşımız girişimcidir, bakarsınız yakında bu sergiyi, dünyanın her tarafına dağılmış, malum zihniyetin "Türk" okullarına da taşır, böylece jüri üyesi olarak gidemediği ülkeleri de görür, dünyayı daha fazla dolaşır. Acaba bir amacı da bu olabilir mi:))) 

Herkesin tercihi farklıdır. Burada altı çizilecek olan; Karikatür gibi güç gruplarının karşısında durmuş, asil ve yandaş olmayan dikbaşlı bir sanatı çıkarlarımıza alet etmemektir. Diyeceğimiz budur. Aynen Mehmet Tevlim arkadaşımızın dediği gibi burada bir karalama filan değil, tam tersine bu gidişin sonunda karalanma yoluna ulaşacağı görülen sağlıksız bir harekete getirilen bir eleştiri vardır sadece. 

Bizler bu ülkede yargının, adaletin, insanlığın, vicdanın kalmadığı felaket bir dönemden geçiyoruz. Ülkenin her anlamda çivisi çıkmış ve bu ülkede bizi birarada tutan değerler birer birer "dinbaz" güce sahip bir iktidar zihniyeti tarafından yok ediliyor. O zihniyete su taşıyanları insanlar unutsa da tarih not eder ve asla unutmaz...

En azından bu konularda hassasiyeti olan karikatürcülerimizi bu toz duman ve rant ortamında yönlendirmelere alet olmamaya, bu tür sergilere balıklama dalmadan önce; biraz daha uyanık, biraz daha hassas, biraz daha dikkatli olmaya çağırıyoruz...

MİZAHHABER - Cihan Demirci 




6 Ocak 2013 Pazar

RAMİZ GÖKÇE USTAYI 60. ÖLÜM YILDÖNÜMÜNDE ANIYORUZ...

MİZAHHABER- Karikatürümüzün iz bırakmış ustalarından Ramiz Gökçe, bundan 60 yıl önce 5 Ocak 1953 tarihinde, henüz 53 yaşındayken dünyaya veda etmişti. Bu topraklarda Cumhuriyetin kurulduğu ve karikatürün halkla buluşmaya başladığı ilk dönemlere büyük usta Cemal Nadir Güler ile birlikte karşılıklı olarak imza atmış bir karikatür ve desen ustası olan Ramiz Gökçe, 20. yüzyılın başında, 1900 yılında doğmuş... İstanbul'da Beşiktaş İttihat ve Terakki ilköğretim okulundan sonra, Kabataş Lisesi'nin ardından İstanbul Muallim Mektebi (Öğretmen Okulu)'nda öğrenim gördü. 1916 yılında karikatür çizimine başlayan Gökçe; 1919 yılında Şişli Terakki Lisesi'nde bağladığı resim öğretmenliğini uzun yıllar boyunca sürdürmüş. Zaten bu nedenle de karikatür deseni çok güçlüdür, bir ressamın gücü vardır çizgilerinde.

İlk karikatürü 1918 yılında "Şeytan" dergisinde yayımlandı. Diken, Büyük Mecmua, Yeni Eğlence, Tasvir-i Efkâr, Terbiye ve Tedris, Birinci Kitap, İkinci Kitap, Âyine, Aydede, Akbaba, Zümrüdüanka,Kelebek,Yeni Dünya, Karikatür, Yedigün, Karagöz,Cumhuriyet gazetesi, Tasvir, Yeni Sabah gibi dergiler ve gazeteler sanatçının karikatürlerine yer verdi.

Karikatür sanatının gelişmesi için büyük çaba göstererek, 1946'da "Mizah" adlı ilk dergisini çıkardı. İlerleyen yıllarda Peri ve Salon adında iki dergi daha çıkardı. Ramiz Gökçe; okurlar arasında benimsenen "Tombul Teyze" ve "Çömez", "Yeni Zengin" gibi karikatür tipleri yarattı, bunların albümlerini yayımladı, yıllarca bu karakterleri canlı tuttu. Karikatür sanatıyla ilgili yaptığı çalışmalar içinde konferanslar verdi, toplu karikatür sergileri düzenledi, kişisel sergiler açtı.
Çizimlerinde değişik stiller kullanma yeteneğine sahip olan sanatçı, Türkiye'nin kuruluşunun ilk yıllarından 1950'lere kadar olan süreçte tıpkı o dönemdeki en önemli meslektaşı ve bir yerde mesleki rakibi olan Cemal Nadir Güler gibi Türk karikatür sanatına yön veren ve kendisinden sonra gelen kuşaklara yol göstererek eğitici olan, özendiren bir öneme sahiptir.
Şimdilerde adı unutulmuş gibi gözüken bu önemli ustayı MİZAHHABER olarak bir kez daha unutmuyor ve 60. ölüm yıldönümünde sevgiyle anıyoruz...

CİHAN DEMİRCİ-MİZAHHABER

Ramiz'in kendi çıkardığı "Mizah" dergisinden bir kapak örneği... 

Ramiz'in kendi çıkardığı "Mizah" dergisinden bir başka kapak örneği... (1947)

Güngör Kabakçıoğlu'nun çizgisiyle RAMİZ GÖKÇE...

Eskimeyen bir Ramiz karikatürü...

Ramiz'in ünlü çizgi tipi Tombul Teyze ve eşi Sıska Dayı...