Tıpkı Aziz Nesin gibi ustalarımdan biri kabul ettiğim Suavi Süalp'i 1981'de kaybettiğimde henüz 3 yıllık amatör bir mizahçıydım. Onun ölümünden sadece 2 ay sonra, aldığım bir iş teklifiyle onun masasında çalışmaya başlayarak 1981 yılının Haziran ayında profesyonelliğe adım attım. Beni çocuk yaşta Salata mizahıyla çarpan bu renkli ustanın masasında onun bıraktığı yerden mizah bayrağını devraldığım sandım ama asıl devraldığım Suavi Baba'nın ömrü boyunca yayıncılardan, filmcilerden, tiyatroculardan, yapımcılardan, velhasılı her kesimden yediği kazıklarmış meğerse. Çünkü 1981'den bu yana 33 yılı bulan profesyonel yazar-çizerlik serüveninde ben de Suavi Baba'yı aratmayacak, yer yer onu bile sollayacak kadar kazık yedim, sömürüye uğradım. Başıma gelmedik rezillik kalmadı. Çok hakkım yendi. Çok emeğim çalındı.
Suavi Süalp'in anısına 1999 yılında yazdığım ve onu tüm yaşamı ve mizah anlayışıyla, kapsamlı bir şekilde anlattığım kitap sonrasında da bu kazıklar aynen devam etti. Bu yüzden zavallı Suavi Süalp ustayı şimdi daha iyi anlıyorum. Onunla benzer bir kaderin içinde gibiyim. Ama olsun mizahın en güzel yanı samimiyettir, içtenliktir, harbiliktir. Yediğimiz kazıklar 1.90'lık boyumuzu aşsa da Suavi Baba'nın bize miras bıraktığı o tuhaf, o manyak, o absürd heyecan hala sürüyor, son nefese de sürecek. Absürd ruhun şad olsun be Suavi Baba. Son nefese dek inatla yazıp-çizmeye devam bu akla ziyan, bu boktan coğrafyada!!!!!!!!!
Cihan Demirci- MİZAHHABER